Son zamanlarda özellikle Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan bir milliyetçi partinin genel başkanının içinde bulunduğu psikolojik ve fizyolojik durumu mercek altına almak istedim. Dışarıda siyaset sahnesi hareketliyken, içeride neler yaşandığını pek az kişi biliyor.
Silivri’de, 3’e 5 beton bir odada mahpusluk duygusunu her an iliklerine kadar hisseden bu liderin, yaşadığı sıkıntıyı tahmin etmek zor değil. Dört duvar arasında geçen aylar, insanın yalnızca özgürlüğünü değil, ruhunu da kemiren bir süreçtir. Geceleri demir kapıların kapanış sesi, sabaha karşı yankılanan ayak sesleri, içeride geçen günlerin monotonluğu… Bunlar sadece fiziksel bir hapislik değil, aynı zamanda insanın zihninde de büyük bir esaret yaratıyor.
Hapishane, sadece insanın dış dünyadan koparılması anlamına gelmez. Bedenin sınırlanması, zihnin de daralmasına neden olur. Bir insanın günlük yaşamını düşünelim; istediği saatte dışarı çıkabilir, istediği kişiyle sohbet edebilir, sevdiği yemeği yiyebilir. Ancak içeride tüm bu özgürlükler elinden alınmış durumda.
Bu genel başkanın da en büyük sınavı burada başlıyor. Günlük rutinler artık belirli saatlere bağlı. Ne zaman yemek yiyeceği, ne zaman havalandırmaya çıkacağı, ne zaman bir yakınıyla görüşebileceği bile kurallarla belirlenmiş. Bu durum, insan psikolojisinde derin yaralar açabilir. Sürekli olarak kontrol altında olma hissi, bireyin özsaygısını zayıflatabilir.
Fizyolojik olarak ise, hapishanenin havasız ve hareketsiz ortamı, zihinsel yorgunluğa ve fiziksel çöküşe neden olabilir. Gün ışığını az görmek, dar bir alanda hareket etmek, vücudu zamanla yavaşlatır. Uyku düzeni bozulur, stres hormonu artar, bağışıklık sistemi zayıflar.
Silivri, yıllardır birçok siyasetçi, gazeteci ve akademisyene ev sahipliği yaptı. Herkes buraya farklı hikâyelerle girer ama hissettikleri ortak bir şey vardır: yalnızlık.
Duyduğum bilgilere göre, içeride geçen her gün daha zor hale geliyor. Siyasetin içinde fırtınalar koparken, dış dünyada kararlar alınırken, içeride bir liderin suskun bekleyişi… İşte en büyük sınav burada başlıyor. Çünkü hapishane, sadece özgürlüğün değil, zamanın da elinden alındığı bir yerdir.
Dışarıda hayat devam ediyor, siyaset şekil değiştiriyor, yeni kararlar alınıyor ama içeride zaman durmuş gibi. Silivri’nin soğuk duvarları arasında bir lider, yaşadığı mapusluk duygusuyla geleceğini sorguluyor. Dışarıya çıkacağı günü bekliyor ama her geçen gün, bu bekleyişin yükünü daha da artırıyor.
Son Söz,
Sevgili okurlarım, özgürlük insanın en kıymetli değeridir. Ancak ne yazık ki, bazı zamanlar ve bazı koşullar, insanları bu özgürlükten mahrum bırakabiliyor. Bugün Silivri’de bir siyasi lider ve onun gibi birçok insan, beton duvarlar arasında hayata tutunmaya çalışıyor. Ve biz dışarıda olup, bunu unutanlar, belki de farkında olmadan başka bir hapishanenin içine hapsoluyoruz.
Unutulmamalıdır ki, dört duvar bazen insanın çevresinde değil, zihninde de olabilir. Ve asıl önemli olan, bu duvarları aşabilmektir.