Baki Alkaçar

Tarih: 02.09.2025 10:24

Ekonomi niye böyle?

Facebook Twitter Linked-in

Yazarımız içinde bulunduğumuz ekonomik sorunlarla ilgili saptamalar yapıyor ve nedenleri konusunda değerlendirmeler bulunuyordu.  Saptamalar ve değerlendirmeler tabii ki eleştiriye açık. Katılırsınız veya katılmazsınız. Fakat ben buna girmeyeceğim. Yazıyı düşünme ve karar verme sürecimizle ilişkilendirerek ele almak istiyorum.

*

Önce yazının başlığından başlayalım. “Ekonomi niye böyle?” Bu başlığı, yalnızca başlığı okuduğunuzda sizdeki çağrışımı ne oldu?

Olumsuz bir şeylerin olduğu, işlerin kötü gittiği hissi uyandı mı sizde de. 

Evet. İşler iyi gittiğinde bu tür sorular sormayız. Mesela ekonomi hızla büyür, refah gözle görülür şeklide artarken “ekonomi niye böyle” diye sorulduğu görülmüş müdür? 

Görülmemiştir. Görülmez de. Neden mi?

İnsanlar temelde iyimserdi de ondan. İşlerin iyi gitmesi zaten, beklenen bir şeydir. Bir nevi hakkımızdır işlerin tıkırında olması. Bu nedenle de ekonomi iyi giderken niye böyle diye sormayız.

Ama durum değişip de işler biraz sarpa sardı mı sorular başlar. 

İşler neden sarpa sarar? Aslında işlerin sarpa sarması da beklenen bir şeydir. Ama iyimser dönemde insan gelecek projeksiyonlarını içinde bulunduğu şartlara bakarak yaptığı ve mevcut durumun süreceği beklentisi içinde olduğu için, bu gerçeği görmezden gelir. Kötü dönemde de benzer bir alışkanlığı vardır insanın. Kötü günler sanki hep devam edecek ve hiç bitmeyecekmiş gibi düşünürüz. Çünkü doğrusal bir zaman algımız var. Gözlemci odaklı bakış da diyebiliriz buna. Bu yüzden yarını bugün gibi düşünme eğilimindeyiz.

Oysa kendimize değil, oluşumlara/olgulara odaklandığımızda, her olgunun doğum-büyüme-gelişme-zirveye ulaşma-yavaşlama-küçülme ve sona erme şeklinde özetlenebilecek aşamalardan oluştuğu gerçeğini görebiliriz.  Her inişin bir çıkışı, her çıkışın bir inişi vardır. Bugünkü durum geleceğin garantisi değildir. Gelecek, olgunun hangi aşamasında olduğumuzla ilgili bir beklenti yumağıdır.

Eğer lineer bakışla bakıyorsak, ki bugün hepimizin bakışı buna ayarlıdır, ekonominin gözlemlediğimiz halinin, içinde bulunduğumuz durumun nedenleri üzerine odaklanırız. Her şeyin belirsiz olduğu bir ortamda olup biteni kontrol edebileceğimize inandığımız için de sorumluları, ki bunlar genelde kuralları belirleyen kamu görevlileri ve siyasetçilerdir, sorgulamaya başlarız. 

Yazarımız da şöyle diyor “Saygın iktisatçılarımızdan Prof. Selva Demiralp’ın şu sözü, bütün iktisadi serüvenimizin özeti gibidir: “Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunu yaklaşık 20 senedir kapsamlı bir kalkınma programının uygulanmıyor olması. 2001 krizi sonrası uygulanan yapısal reformların devamı gelmeyince giderek azalan verimlilik bugün yerini verimsizliğe bıraktı…” 

Bu ifadeden, “yaklaşık 20 senedir kapsamlı bir kalkınma programının uygulanmıyor olması”nın Türkiye ekonomisinin “en can yakıcı sorunu” olduğunu öğreniyoruz. 2001 krizi sonrası uygulanan yapısal reformların devamı gelmemiş ve giderek azalan verimlilik bugün yerini verimsizliğe bırakmış. 

“2001 krizi” ifadesi yaklaşık 20 yıl önce de işlerin pek iyi olmadığını anlatıyor ama o dönemdeki sorunun kaynağı bu ifadeden anlaşılmıyor. 

Türkiye ekonomisi ile ilgili olanlar, ya da yaşı 40lara henüz gelmiş gençler, 2001 yılı öncesinde de işlerin pek iyi olmadığını hatırlayacaklardır. Evet, biliyorsunuz, 2001 krizinden öncesinde de işler pek iyi değildi.  Bizim kuşak, zihinlerinde hala taptaze duran petrol kıtlığı ve karaborsa, tüp ve margarin kuyrukları anıları nedeniyle 1980 öncesinde de işlerin pek parlak olmadığını hatırlıyorlardır. 

Türkiye’deki işlerin kötü gidişi 1970’lerle de sınırlı değil. 1958 devalüasyonuyla sona eren, savaş sonrası dönemin son beş yılı da ciddi bir kriz dönemiydi. 

Peki, neden? Geriye baktığımızda ekonominin kabuk değiştirdiği, günden güne geliştiği çok açık. Fakat buna rağmen neden sürekli güçlüklerle boğuşmak zorunda kaldık ve kalıyoruz?

1960 öncesinde, 1980 öncesinde, 2001 öncesinde ne oldu? Ve şimdi ne oluyor?

1980’de radikal bir değişim yapmadık mı? 2008 yılında bütün dünyayı kasıp kavuran finansal krizi bankacılık sektöründe 2001 yılında yaptığımız yapısal reformlar nedeniyle hasarsız atlatmadık mı? Her mahallede bir milyoner yaratmak için reform yapan biz değil miyiz? Çağ atlatan yatırımları biz yapmıyor muyuz? Buna rağmen neden hala yapısal reformlardan bahsediyoruz? Neden her şey yarım kalmış gibi?

*

Birbirinden farklı dönemlerde yaşayan birbirinden çok farklı bunca insan, gerçekten atılması gereken adımları atmamış olabilirler mi? Bu mümkün mü? Neden bütün yetkililer hatalı olsun?

*

Konuya biz mi yanlış yerden bakıyoruz acaba? 

Yoksa soru mu yanlış?

Zihinsel şemamızı değiştirmeli miyiz?

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —