Türkiye ve bölge terörsüz bir döneme hazırlanıyor. 40 yıldır kanlı eylemleri ile ülkemizi hem siyasi, hem jeopolitik hem de ekonomik kıskaca alan PKK, yarından itibaren tarihe karışıyor.
Her yerde derin analizler, uzun uzun yorumlar. Bir de tabi magazin tarafı didik didik. Yıllar sonra terör örgütü liderini canlı kanlı gören sosyal medya başladı magazine. Öcalan’ın giydiği timsahlı tshirt mağazalarda stock-out! O zaman hadi biz de girelim konuya ama biraz farklı bir pencereden.
Bazı semboller giyilmez, taşınır. Bazılarıysa giyilmekle kalmaz, bir hikâyeyi, bir imajı, hatta bir ideolojiyi yansıtır. Modanın bu politik ve kültürel yanını, tarih boyunca birçok liderin kıyafet seçiminde gördük. Fakat belki de en çarpıcı örnekler, modanın en temsilî parçalarından biri olan Lacoste tişört üzerinden yaşandı — hem Abdullah Öcalan, hem de Anders Behring Breivik gibi tarihe kanlı eylemleriyle geçen isimlerin üzerinde.
Bu iki ismin kıyafet tercihleri, özellikle de Lacoste gibi prestijli bir Fransız markasıyla anılması, toplumsal hafızada garip bir soru işareti doğurdu: Bir terörist neden Lacoste giyer? Ve daha önemlisi: Lacoste bundan neden rahatsız olur?
Öcalan ve "Timsahlı" Tişört: Sembollerin Rastlantısal Giyimi
Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanışının ardından basına servis edilen sorgu görüntülerinde, üzerinde Lacoste'a benzeyen bir polo tişört yer alıyordu. Logonun netliği düşüktü; orijinal Lacoste olup olmadığı asla kanıtlanamadı. O dönem Türkiye’de "timsahlı" taklit tişörtlerin pazarlarda yaygın olduğu da biliniyor. Ama görsel semboller, gerçeklikten önce algıya çalışır. Ve Öcalan gibi bir figürün üzerinde "burjuvazinin markası" olarak bilinen Lacoste’un çağrışımı, kamuoyunda bir çelişki hatta sinizm duygusu uyandırdı.
Elbette Lacoste markası o dönem bu konuda kamuya açık bir açıklama yapmadı. Ama bu sessizlik, Anders Behring Breivik örneğinde bozulacaktı.
Breivik ve Marka Krizi: Lacoste Timsahını Temize Çekmek
2011 yılında Norveç’te 77 kişiyi öldüren aşırı sağcı terörist Anders Breivik, mahkeme süreci boyunca Lacoste logolu polo tişört giymişti. Görüntüler uluslararası medyada yayıldıkça, Lacoste markası zor durumda kaldı. Marka imajını korumak adına, Norveç polisinden Breivik’in Lacoste giymesinin engellenmesini resmi olarak talep etti. Bu bilgi, The Guardian, Time ve The Independent gibi güvenilir kaynaklarda yer aldı.
Yani Lacoste, bir terörist tarafından temsil edilmek istemediğini açıkça beyan etti. Marka açısından bu bir “kriz yönetimi” refleksiydi. Ancak bu olay, moda-markaların toplumsal şiddetle temasının ne kadar hassas olduğunu da gözler önüne serdi.
Peki bu iki örnek bize ne söylüyor?
Her şeyden önce, markaların sadece ticari değil, kültürel aktörler haline geldiğini. Lacoste, teniste doğmuş olabilir ama bugün diplomatların, akademisyenlerin ve kentli sınıfların “aidiyet kartı” gibi algılanıyor. Bu yüzden de bir “timsah” logosu yalnızca kaliteyi değil, bir yaşam tarzını temsil ediyor.
Bir teröristin bu tarzı benimsemesi ya da o markayı taşıması, sadece bir “giyim tercihi” değil; bilinçli olmasa bile imaj çarpışması yaratıyor.
Breivik örneğinde markanın polisi bilgilendirmesi bir ön alma çabasıydı. Peki ya Öcalan örneği?
Belki de Lacoste’un o zaman sessiz kalmasının sebebi, o görüntünün net olmamasıydı. Belki de, markalar için “sessiz geçiş” bazı krizlerin en az zarar veren yöntemi. Ama Öcalan’ın dün servis edilen görüntüsünde marka çok neti ayan beyan ortadaydı.
Şimdi bakalım Lacoste, Norveç polisini aradığı gibi, bizim Emniyet’i de arayacak mı?