Ancak yıllar önce, daha online satış kanallarının yükselişinden çok önce, bir peynir üreticisinin anlattıkları, üretimin bu yüce konumunu çoktan yitirdiğini bana göstermişti: "Adeta zincir marketlerin memurları haline geldik. Fiyatı onlar belirliyor, ambalajı, gramajı onlar söylüyor. Gün geliyor maliyetin altında satış yapmak zorunda kalıyoruz. Sonra bir gün geliyor ve; “teşekkür ederiz, biz peyniri başka firmadan alacağız deyip çekip gidiyorlar"
Bu cümle, perakende sektöründeki gücün, nasıl adım adım “üreticiden alınıp dağıtım tekelinin” eline geçtiğini özetliyordu. Zincir marketler, devasa alım güçlerini kullanarak, küçük büyük tüm üreticileri kendi fiyat ve iskonto politikalarına mahkûm etmişti. Üretici, malını satabilmek için mecburen razı oluyor, risk alıyor ve sonunda kâr marjının büyük bir kısmını rafta görünme bedeli olarak ödüyordu.
Tarladan Raflara: Emek Kaç Kere Katlanıyor?
Üreticinin sırtındaki bu yükün somut göstergeleri sadece sanayi ürünlerinde değil, en temel gıda maddelerinde de çok net görülüyor. Antalya'daki limon üreticisinin emeği, Adapazarı'ndaki patates üreticisinin alın teri, tarladan çıkıp tüketiciye ulaşana kadar katlanarak büyüyen bir zincirin halkalarına takılıyor.
Zincirin Yeni Halkası: Online Satış Platformu Köleliği
Aradan yıllar geçti. Zincir marketlerin yarattığı bu bağımlılık zinciri, teknoloji sayesinde daha da karmaşık ve görünmez bir hal aldı. Artık o eski "market memurluğunun" yanına, yeni bir kölelik türü eklendi: “Online Satış Platformu Köleliği”
Geçtiğimiz gün yemek yediğim lokantanın sahibi online sistemden yakınıyordu; “elimize hiçbir şey kalmıyor abi”, ve Ankara’da bindiğim taksinin şoförü; “artık açmıyorum abi uygulamayı, zarar ediyorum çünkü. En güzeli eski usul yoldan aldığım müşteri”
Lokantadaki şefin emeği, taksi şoförünün kilometreleri, küçük esnafın özeni; bu gerçek ekonomi, şimdi sipariş uygulamaları ve e-ticaret sitelerinin uyguladığı fahiş komisyon, hizmet bedeli ve zorunlu reklam ücretleri altında eziliyor.
Mesele yine aynıdır: Üretici, malı veya hizmeti üretmekten elde ettiği kârın büyük bir kısmını, hatta tamamını, sadece *platformun görünürlük algoritmasına* ödemek zorunda kalıyor. Eskiden zincir marketin fiziki rafında yer almak için ödenen bedel, şimdi dijital arayüzde bir tık yukarıda görünmek için ödeniyor. Sistemin ruhu değişmedi: Güçlü olan (dağıtım tekelini elinde tutan) kuralları koyar, zayıf olan (üretici) uyar.
Kölelik üreticinin kaderi mi?
Bu tarihsel döngü, bizi en yakıcı soruya getiriyor: Üreticinin kaderi, her zaman bir tekelin memurluğunu yapmak mıdır? Yoksa biz, platform ekonomisi adı altındaki bu yeni online tekelciliğe karşı bir duruş sergileyebilir miyiz?
Eğer bir ekonomi, üreteni cezalandırıp, aracılık edeni zenginleştiriyorsa, o ekonomi uzun vadede sürdürülebilir değildir. “Küçük üreticinin nefes alamadığı bir sistem, sonunda o platformların kendisini besleyen damarları da kurutacaktır.”
Devletin ve düzenleyici kurumların görevi, bu dijital tekelciliğe ve haksız komisyonlara karşı acilen hukuki ve idari sınırlar çizmektir. Aracı zincirini kısaltacak, üreticinin doğrudan satış kanallarını güçlendirecek adımlar atılmalıdır.
Unutmayalım: Gerçek büyüme, platformların CEO'larının servetinde değil, yerel esnafın ayakta kalma mücadelesinin başarısındadır. Üretimi korumak, geleceği korumaktır.