Gerçketen bir uçak var mı? Türkiye, Savunma sanayinde lider konuma mı geçiyor?, Uçak projesi milli mi?, yoksa kritik parçaları ithal mi? Tekerlekleri elektrik motoru ile mi çalıştı? Tam bir gövde gösterisi mi yaptı? Mersiye ve reddiye arasında bölünen ülkemizde, hakikati seçmek her zamankinden daha da zor. İşte tam bu noktada, Türkiye’nin tartışma geleneğini şekillendiren juvenil narsistik eğilimler (olgunlaşmamış benlik) ve onun kurnaz kızı narsistik triangulation sahneye çıkıyor.
Geçen cuma akşamı, eski bir dostumla küçük bir sahafın arka masasında çay içiyorum. Yere düşen sararmış sayfalar, rüzgârla hışır hışır. Telefonumdan “Malezya sipariş verdi” başlığını ona gösteriyorum. Gözleri devriliyor, sanki perdeler kapanmış da içerde başka bir piyes başlamış. “Abartı, propagandadır,” ve narsistik triangülasyon sahnesi başliyor…
Önce çay bardağını hafifçe vuruyor, “Medya yalan kaynıyor,” diyor. Argümanı “yandaş basının uydurması”na indirgiyor; saman adamı bir hamlede deviriyor. Ardından sesi yumuşuyor, “Kuzenimin eşi savunma sanayiinde çalışıyordu; her şeyi anlattı.” Tekil hikâye evrensel hükme dönüşüyor; bir yaprak ormana hükmediyor. Bu duygusal sis kalkmadan bir gölge daha beliriyor: “Uzman söyledi; Türkiye kritik yazılımları bile yapamıyor.” Uzmanın kimliği, yayımladığı rapor meçhul, ama etiketi kalkan. Kadeh kaldırır gibi egosuna dokunuyor: “Ben özel kaynaktan öğreniyorum, sen gazeteded ancak, propoganda bulacaksın?” Ve finalde perdeler zindan kapısı gibi kapanıyor: “Bu haberlere kanacak kadar saf mısın?” Artık konuşmuyoruz, dövüşemiyoruz; çünkü sahnede tek oyuncu o kalıyor—yenilmez ve özgün.
Bu kısacık paragrafın içinde beş temel düşünce hatası, savunma mekanizması saklı. Her adım gönül kırıcı ama düzenli; prova edilmiş bir replik gibi. Aşağıdaki tablo, yukarıdaki sahnede ortaya çıkan düşünce hatalarını özetlemektedir:
Sahne Repliği / Tavır | Düşünce Hatası | Kısa Tanım |
“Medya yalan kaynıyor.” | Strawman Fallacy | Karşı tarafın söylemediği bir fikri çarpıtıp buna saldırmak. |
“Kuzenimin eşi savunma sanayinde çalışıyordu...” | Anecdotal Fallacy | Tekil bir yaşantıyı evrensel veri gibi sunmak. |
“Bir uzman söyledi.” | Argumentum ad Verecundiam | Yetkinliği belirsiz bir otoriteye dayanarak tartışmayı sonlandırmak. |
“Ben özel kaynaktan öğreniyorum...” | Information Asymmetry | Bilgiyi sahiplenerek tartışma zemininin dışına çıkmak. |
“Bu haberlere kanacak kadar saf mısın?” | Ad Hominem | Fikre değil kişiliğe saldırarak karşı tarafı itibarsızlaştırmak. |
Geçen hafta, korkuluk safsatasını, yani karşı tarafın söylmediği ama kolay yıkılan bir argümanı tartışmanın karşı tarafı söylemiş gibi yaparak reddetmeyi ve argümana saldırmak yerine kişiye saldırmak anlamına gelen ad hominem’i tartışmıştık. Bu hafta gerçek tartışmalarda bu düşünce hatalarının nasıl içice geçtiği, kombine bir saldırı manevrası gibi kullanıldığını öğreneceğiz. Ama hepsinden önemlisi karış tarafı sessizleştiren, tehlikeli triuangulation’ı yani, üçüncü bir karakteri tartışmaya katarak, saldırılan tarafı yalnızlaştırıp, fikirlerinin nasıl marjinalize edildiğini birlikte görelim.
İnkâr, gerçek soruyu budar; geriye karikatür bırakır. “Medya yalan kaynıyor” repliği, otomatik bir tepki ile Kaan aslında yok mesajını veriyor. Hikâyeleştirme, duyguyu veri yerine koyar; yakınlık sıcaklığıyla aklı gevşetir. Tanıdık biri söylüyorsa, doğrudur, bu olayı bilen bir tanıdığı olan kişi zaten en doğru şeyi biliyordur. Karşımızdaki kişi, bizi kitlelerin içinde yalnızlığa terk ederken, kendisi, olayın merkezindeki kişiler ile birlikte konumlanır. Otoriteye sığınma, akıl yürütmenin fişini çeker; isim, kanıtın yerini alır. Her ne kadar uzmanı biz tanımasakta, artık bir uzmana referans varsa, epistemolojik sadakatin kendini tüm gücü ile var ettiği ülkemizde, artık tartışmanın anlamı yoktur. Savunma sanayinde çalışan kuzanin eşi, narsistik triungulation’ın, otoriter sac ayağı oldu. Bilgi üstünlüğü, görünmez duvar yükseltir; dışarıdakileri “halk” diye ötelere. Farkındaysınız, tek bir somut argüman olmadan, hatta aslında Kaan’ın yeterliliği ve içeriği ile ilgili bir şey söylemeden, konuyu bilmeyen, ne yapacağını bilemeyen bir çocuk konumuna düştük. Ve finalde ad hominem, sahneye gelir, kişiliği hedef alarak tartışmayı bütünden koparır. Sadece sosyal medya akışıma düşen bir haberi seslendirmiş olduğum için artık, zavallı ve yetersiz bir konuma düştüm.
Peki güvenliği sağlayacak gerçek pist lambaları nerede? Somut kronoloji, tozu dumana katmadan şunu fısıldıyor: Mayıs 2023’te LIMA Fuarı’nda “ortak üretim, ileride tedarik” çağrısı yapıldı; bağlayıcı değildi. Nisan 2024’te Savunma Sanayii Başkanlığı “görüşmeler sürüyor” dedi; kesin sayı vermedi. Haziran 2025’te kırk sekiz uçak iddiası sosyal medyada çınladı; oysa Malezya Savunma Bakanlığı kayıtlarında sipariş hâlâ 0. Stockholm merkezli SIPRI listelerinde de “KAAN–Malezya” satırı yok. Kısacası, sözleşme imzalanmadıkça sipariş dedikodudan ibaret; uçağın kaderini belirleyecek olan pistteki ilk güvenli kalkış ve kağıttaki mürekkep.
GÖLGEYİ DEĞİL, PİST LAMBASINI İZLE
Çünkü hakikat, üç yanıltıcı ışığın değil, veriyle aydınlanan pistin tam ortasında durur.
Son söz: Tartışma kültürümüz, aynaya hayran genç bir çocuk gibi anlatılarını seviyor; üstünlük kuruyor, duygusallaşıyor, otoriteye sığınıyor, bilgi üstünlüğü iddiasıyla parlıyor, sonra da soru soranı aşağılarken gerçeği gözden kaçırıyor. Oysa KAAN dosyasında nihai hakemi belirleyecek olan, kuzen hikâyesi ya da adsız uzman değil; göklere yükselen motor sesi ve ardından atılacak sipariş imzasıdır.