Bir dönem dokunulmaz görünen, lüks yaşamlarıyla gündeme gelen birçok isim ya gözaltında, ya da haklarında yakalama kararı çıkarılmış durumda. Bu tablo ister istemez şu soruyu akla getiriyor: Türkiye bir temizlenme sürecine mi giriyor?
Uzun yıllar boyunca “herkesin her şeyi bildiği ama kimsenin hiçbir şey söylemediği” bir dönemden geçtik. Para, siyaset, medya ve yeraltı dünyası arasındaki sınırların giderek silikleştiği; mafya estetiğinin popüler kültürde dahi normalleştiği bir iklim oluştu. Ancak son dönemdeki operasyonlar bu denklemi sarsar nitelikte.
Kimi eski zenginlerin, kimi “network” kurucularının, kimi de göz kamaştırıcı sosyal medya figürlerinin dosyaları birer birer açılıyor.
Burada kritik olan nokta şu: Bu operasyonlar bir sistem değişiminin işareti mi, yoksa geçici bir temizlik görüntüsü mü? Türkiye, gerçekten “kirli para ekonomisinden” arınmaya mı çalışıyor, yoksa küresel baskılar ve finansal şeffaflık mekanizmaları gereği zorunlu bir adım mı atıyor?
Gerçek bir arınma süreci, sadece suçluların tutuklanmasıyla olmaz. Bunun için “kara para”yı mümkün kılan sosyal ve ekonomik zeminin de dönüştürülmesi gerekir. Yani mesele birkaç ismin tutuklanması değil; o isimlerin nasıl ve kimlerin himayesinde büyüdüğünün sorgulanmasıdır.
Türkiye uzun süredir ekonomik olarak da, toplumsal olarak da “temizlenmeye” ihtiyaç duyuyor. Çünkü kirlenme yalnızca finansal değil; dilimizde, davranışlarımızda, değerlerimizde de kendini hissettiriyor. Lüks, şatafat ve kolay yoldan zenginleşme, bir başarı göstergesi hâline geldi. Şimdi, bu kültürel kodların yeniden sorgulandığı bir döneme giriyor gibiyiz.
Operasyonların arkasındaki irade ne olursa olsun, temizlenme fikri başlı başına bir toplumsal umut taşıyor. Devletin farklı kurumlarının eşgüdümlü hareket etmesi, özellikle Mali Suçlar ve Organize Suçlar birimlerinin koordinasyonu, bir güven duygusu yaratıyor. Ancak bu süreç, adaletin gerçekten herkese eşit uygulandığı bir çerçeveye oturursa anlam kazanır.
Türkiye, belki de uzun bir aradan sonra yeniden “hesap verme” kavramını hatırlıyor. Bu, sadece bir hukuk meselesi değil; toplumsal hafızanın, vicdanın, değer yargılarının da yeniden inşası anlamına geliyor.
Eğer bu süreç samimi ve sürdürülebilir bir çizgide ilerlerse, “Türkiye temizleniyor mu?” sorusunun cevabı da zamanla kendiliğinden verilecektir.
Belki de asıl mesele, kimin yargılandığı değil; artık “dokunulmaz kimse yok” duygusunun toplumda yer etmesidir.
Ve belki de bu defa, gerçekten bir şeyler değişiyordur.