Bugün verdiğiniz kararların kaç tanesinde mantığınızı kullandınız, kaçında içgüdülerinizin veya duygularınızın etkisi altında kaldınız?
Siz de benim ve insanların pek çoğu gibi kararlarınızın çoğunu içgüdüleriniz ve duygularınızla vermişsinizdir muhtemelen. Mantığınızı kullanarak verdiğiniz kararların sayısı büyük bir olasılıkla fazla değildir. derdiniz. Hatta mantığınızı kullanarak verdiğiniz kararların birçoğunda da içgüdüleriniz ve duygularınız işe karışmıştır. Öyle değil mi?
Bunda şaşılacak bir şey yok, çünkü hepimiz biyolojik-fizyolojik yapımıza ve beynimizin işleyiş biçimine tabiyiz ve bir canlı olarak ölümlü olmanın sınırları içinde hareket ediyoruz. Bu da düşünme ve karar verme süreçlerimizi etkiliyor. İçgüdülerimiz ve duygularımızın mantığımızın önüne geçmesi bundan. Beynimizin işleyişi ve fiziksel kapasitesi (her şeye rağmen) düşünme ve karar vermemizi biçimlendiren bir başka faktör.
Bir canlı olarak temel içgüdümüz, hayatta kalmaktır. Hayatta kalma güdümüz dünyayla ilişkimizin temel ilkesini de belirlemiştir; güven. Her zaman güvende olmak, güvenli bir yerde bulunmak ve karşımızdakine güvenmek isteriz. Tehdit ve tehlikeden uzakta kalmak hayatta kalmanın birinci kuralıdır.
Hayatta kalmaya odaklanınca kaçınılmaz olarak içinde bulunduğumuz ana konsantre oluruz. Çünkü bir tehlike varsa bunu şimdi, içinde bulunduğumuz anda bertaraf etmemiz gerekir. Yoksa çok geç olabilir.
Tehlikeleri savuşturmak söz konusu olduğunda da enerjinin tasarruflu kullanılması ön plana çıkar. Şimdiki tehlike atlatılırsa bir sonraki tehlikeye karşı koyabilmek için enerjiye ihtiyaç olacaktır. Bu nedenle fazla enerji harcamaktan kaçınırız. Bir an önce sonuca gitmek isteriz. Bu nedenle de aceleciyiz ve tembeliz, çaba harcamak istemeyiz, zahmetten kaçınırız.
Bu temel özelliklerimiz düşünme ve karar verme sürecimize yansır. O yüzden hızlı düşünür, hızlı karar veririz, neredeyse otomatik biçimde. Kararlarımızın yüzde 90’ı hızlı verilmiş kararlardır.
Düşünme ve karar verme sürecinin hızlı olmasını sağlayan faktör beynimizin birtakım kolaylaştırıcı stratejiler ve basitleştirmeler kullanmasıdır. Bu kolaylaştırıcı stratejiler (heuristics) ve basitleştirmeler (biases) nedeniyle zorlanmayız. Bunlar hayatımızı çok kolaylaştırır, ancak dış etkilere açıktır. Biri bu strateji ve basitleştirmelere müdahale ederse ruhumuz duymadan heklenir ve yönlendiriliriz. Günlük hayatımızda yaşadığımız durum da genellikle budur. Satıcılar, pazarlamacılar, iletişimciler, reklamcılar, siyasetçiler ve neredeyse herkes bizi hekler.
Bu köşede, günlük hayatımızda nasıl heklendiğimizi, düşünürken ve karar verirken nasıl yönlendirildiğimizi irdelemeye ve bu alanda bir farkındalık yaratmaya çalışacağız.
Sanıyorum, eğlenceli olacak.
Yazılarımı genellikle soruyla bitireceğim; farkındalık oluşturma çabasının bir sonucu olarak. Bu soruların yazıyla ilgili olmaları da şart değil.
Bugün iki sorumuz var. Birincisi gündemde olan bir siyasi ile ilgili, ikincisi ise çok genel, sıkça karşılaştığınız bir soru;
Günün Sorusu:
2. Yarısına kadar su dolu bardağı nasıl tanımlarsınız? Yarısı dolu bardak olarak mı, yoksa yarısı boş bardak mı?