Birden konu futbola ve milli takımın performansına geldi, oradan da geçmiş yıllardaki başarılarımıza.
Hatırlar mısınız bilmem, 2016 yılında Avrupa Futbol Şampiyonasına en iyi üçüncü olarak katılma maçı oynuyorduk. Grup birincisi ve o dönemde çok iyi bir takıma sahip İzlanda’yı İzlanda’da yenmemiz gerekiyordu. Ancak bu maçı kazanmamız üçüncü olmak için yeterli değildi. Kazakistan’ın da deplasmanda Letonya’yı yenmesi gerekiyordu. Ayrıca Ukrayna’nın kendi evinde oynadığı maçta İspanya’yı yenememesi gerekiyordu. Üçüncülük bizim tamamen kontrolümüz dışındaki iki maçla da ilgiliydi. İhtimal hesapları (Türkiye’nin İzlanda’yı yenmesi ihtimali %50, Kazakistan’ın deplasmanda Letonya’yı yenme ihtimali %50 ve Ukrayna’nın İspanya’yı yenememesi %90) üçüncü olma şansımızın yüzde 22,5 olduğunu gösteriyordu.
Ancak her şey istediğimiz gibi gitti ve ertesi gün gazete manşetleri şöyleydi; “Biz Bitti Demeden Bitmez. İmparator Kadro Seçimini Yaptı, Gruplara Kaldık.”
Basın, hiç etkimiz olmayan iki maçın lehimize bitmesini göz ardı etmiş kendi performansımıza odaklanarak yorum yapmıştı. Sonucun kendi eserimiz olduğunu ilan ediyorduk.
Öyle mi gerçekten? Gerçekten yaptığımız işlerde kontrol gücümüz var mı? İstatistiksel olarak birbirine bağlı üç aşamalı olayın, her aşamanın başarı oranı yüzde 90, yüzde 90 ve yüzde 50 olması halinde bile gerçekleşme ihtimali yüzde 40,5’tir. Yani böyle bir durumda bile istatistiksel olarak olayın gerçekleşme ihtimali gerçekleşmeme ihtimalinden düşüktür.
Olayları kontrol gücümüz olduğuna dair inancımız aslında bir illüzyondur.
Ama hayat öyle akmıyor. Birçok kez her şey beklendiği gibi gerçekleşiyor. Ve bu bize yanıltıcı biçimde kontrol gücümüz olduğunu, başarının kendimizin ürünü olduğunu vehmettiriyor.
Kahneman’a başarı nedir diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiş.
Başarı = Biraz Yetenek + Biraz Şans
Çok Büyük Başarı = Biraz Daha Yetenek + Çok Büyük Şans
Bizim kültürümüzde şansın karşılığı kısmettir.
Ne demişler, "Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır”.