Ertuğrul Fırkateyni’nin acıklı hikâyesinden bugüne gelen bu bağ, afet zamanlarında birbirini ilk arayan iki halkın dayanışmasına dönüştü. Ama bu sıcak dostluk, nedense bir türlü ekonomik ilişkilere yansımıyor.
Oysa bir dönem bu tablo çok farklıydı.
1980’lerin ortasında dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın vizyoner dış politikası ve iş dünyasıyla kurduğu doğrudan temas sayesinde Türkiye, Japonya’nın dikkatini çeken bir ülkeye dönüşmüştü. Japonya’yla ekonomik ilişkilerin hızlandığı bu dönemde, iş insanı Sakıp Sabancı’nın da aktif katkısıyla Türk özel sektörü Japon pazarına açılma cesareti göstermişti. Tokyo’da kurulan temsilcilikler, yapılan üst düzey ziyaretler ve imzalanan niyet protokolleri o dönem için devrim niteliğindeydi.
Nitekim Sabancı Grubu’nun Japon Toyota ile kurduğu ortaklık, hem Türk otomotiv sanayiinin kaderini değiştirdi hem de Japonlar nezdinde Türkiye’ye duyulan güveni pekiştirdi. Bu model, bugün hâlâ ayakta kalan ve örnek gösterilen nadir Türk-Japon ekonomik işbirliklerinden biri olarak anılıyor.
Ama ne yazık ki bu başarılar kalıcı bir yapıya dönüşmedi. 1990’lar boyunca yaşanan siyasi istikrarsızlık ve Asya finans krizinin etkisiyle ilişkiler tekrar soğudu. 2000’li yıllarda ise dostane ilişkiler sürse de, somut yatırımlar ve ticari ivme bir türlü istenilen seviyeye ulaşamadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlığı döneminden itibaren Japonya ile ilişkilere özel önem verdi. 2014 yılında Tokyo’ya yaptığı resmi ziyarette Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile hem siyasi hem ekonomik iş birliği konularında kapsamlı görüşmeler gerçekleştirdi. Aynı yıl başlatılan Serbest Ticaret Anlaşması (FTA) müzakereleri de bu ziyaretin en somut çıktılarından biriydi.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın Japon iş dünyasına yaptığı “Türkiye’de yatırım yapın, sizi desteklemeye hazırız” çağrısı, Japon medyasında geniş yankı bulmuştu. Nitekim Japonya’nın Türkiye’deki en büyük yatırımlarından biri olan Sinop Nükleer Santrali projesi de bu dönemde gündeme geldi. Proje çeşitli nedenlerle durdurulmuş olsa da, bu ölçek Türkiye’ye duyulan stratejik ilgiyi açıkça ortaya koyuyordu.
Neden Hâlâ Olmuyor?
Bugün Japonya, Türkiye’nin önemli ama ulaşılmaz bir ekonomik partneri gibi duruyor. Ticaret hacmi yıllardır 5-6 milyar dolar seviyesinde takılı kaldı. Bunun birkaç temel nedeni var:
• Japon yatırımcı için Türkiye hâlâ öngörülemez bir piyasa ve kur riski gibi faktörler caydırıcı.
• Türkiye’nin Japonya pazarında tanınırlığı hâlâ düşük.
• Türkiye’nin AB’ye tam entegrasyon süreci duraksadığı için Japonlar, lojistik üs olarak Polonya gibi alternatiflere yöneldi.
Serbest Ticaret Anlaşması Ne Getirir?
Türkiye ile Japonya arasında 2014’te başlayan FTA (Serbest Ticaret Anlaşması) müzakereleri hâlâ tamamlanmadı. Oysa böyle bir anlaşma, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerde yeni bir sayfa açabilir. Tarife engellerinin kaldırılması, özellikle Türk tarım, tekstil ve gıda ürünleri için Japon pazarını daha erişilebilir kılar. Karşılığında ise Japonya’nın teknoloji ve otomotiv alanındaki yatırımları Türkiye’de ivme kazanabilir.
Bu anlaşma yalnızca ticari değil, aynı zamanda stratejik bir adımdır. Çin ve Hindistan arasında sıkışmak istemeyen Japonya için Türkiye, Avrupa ve Orta Doğu’ya açılan bir köprü olabilir. Yeter ki bu köprü sadece iyi niyetle değil, sağlam kurulsun.
Tarihsel dostluk, duygusal sermaye ve afet diplomasisi üzerine inşa edilen ilişkiler bir yere kadar etkili olur. Asıl olan, vizyoner liderlik ve kurumsal devamlılıktır. Özal ve Sabancı’nın 40 yıl önce attığı adımların gerisine düşmek, Türkiye açısından stratejik bir kayıptır. Sayın Erdoğan’ın bu ilişkilere verdiği stratejik destek, bir fırsata dönüşebilir. Ancak bu fırsatın hayata geçmesi, sadece siyasetle değil, aynı zamanda güçlü ve sürdürülebilir kurumsal mekanizmalarla mümkündür.
Yoksa biz daha uzun yıllar “çok iyi dostuz ama az ticaret yapıyoruz” cümlesine mahkûm kalırız.