Haberde, 19 Mart operasyonunda göz altına alınan İBB Kültür AŞ Genel Müdürü Murat Abbas’ın savcılığa başvurarak “etkin pişmanlık” tan faydalanmak istediği ve buna istinaden ifade verdiği, akabinde de ev hapsi şartıyla tahliye edildiği bilgisi yer alıyordu.
Operasyonun yanında ya da karşısında olan herkes için bomba bir gelişmeydi bu. İBB’nin en önemli kurumlarından birinin başındaki şahış “pişman” olduğunu söyleyerek “itiraf” etmek istiyordu.
Murat Abbas renkli çok yönlü bir karakter. İki şapkası var aslında; PWC, Bosch, Siemens, Profilo Grubu, Superonline ve Ticketturk gibi şirketlerde “finansal kontrolör ve finans müdürü” olarak görev yapmış. Sonrasında müzik sektörüne adım atmış Abbas, çeşitli radyo programlarında editörlük yapmış ve Pozitif Live'de genel müdür yardımcılığı görevini üstlenmiş. Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde (PSM) sorumlu hissedar temsilcisi olarak çalışmış. Sonrasında da İBB’de Kültür A.Ş. yolculuğu başlıyor. Kısacası beyaz yakalı finansçı da olmuş, sanatçı kimliği ile kreatif süreçler de yönetmiş. DJ’Lik yapmış, özel performanslar sergilemiş.
Murat Ongun’un kontenjanından belediye yönetimine girdiği anlaşılıyor. Ancak profesyonel kariyeri ve başarısından dolayı işin ehli olarak mı, yoksa kağıt kürek işlerinden anlamaması, istenildiği gibi yönlendirilmesi, “problemsiz imzacı” olması, hem de kamuoyuna “bakın liyakatli isimlerle çalışıyoruz” mesajı verilebilmesi amacıyla mı seçildi Murat Abbas, bilinmez? Ama anlaşılan o ki; tırnak içinde; “doğru” bir seçim olmamış Murat Ongun için, kolay su koyuvermiş,
Murat Abbas’ın ilk anlattıkları onu “etkin pişman” ve “itirafçı” olarak dışarı çıkarmaya yetmemiş, ek ifadesinde anlattıkları sonrasında ise tahliye edilmiş.
M’abbas ne anlatmış olabilirdi ki? İfadesinin bazı bölümleri açık kaynaklarda mevcut. Kendisini ilgilendiren konular ve ihaleler üzerinden “siyasetin finansmanı” na yönelik rezerv bütçelerin nasıl oluşturulduğuna dair anlatımları olmuş. Müteahhitlere ve tedarikçilere iş verilmesi karşılığından talep edilen paraları anlatmış. Yeri gelmişken; Türkiye’de yerel yönetimlerde yaşanan usulsüzlük ve yolsuzlukların büyük bir kısmı siyasetin finansmanı amacıyla yapılan işlerdir. Yerel yönetimlerin yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırma metodları 12 ciltlik ansiklopedi olur bu ülkede, o başka bir yazının konusu. M’Abbas’ın ifadelerini doğru kabul etmek, ya da yanlış olduğunu söylemek benim işim değil. Anlattıkları yargılama sürecinde başka delillerle teyit edilir ya da boşa çıkar, bunu zaman gösterecektir. Bunlar üzerinden bir yargılama yapacak değilim.
Konumuza dönecek olursak; Detaylarına girmeyeceğim ama sanırım İBB’nin Kültür AŞ’sinde Genel Müdür olmanın belediyenin sadece kültürel işlerini organize etmek demek olmadığını biliyor olmalıydı. Sorumlu olarak, milyonlarca liralık ihalelerin, dev organizasyon bütçelerinin altına imzasını atması gerektiğinin bilincinde olmalıydı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli davalarından birinde soruşturmanın ve davanın seyrini değiştirecek, belki de Ekrem İmamoğlu’nun içerden çıkıp çıkmayacağını belirleyecek kadar önemli bu gelişme nedense pek ilgi görmedi kamuoyundan. Medya ve siyaset çevreleri konuştu, merak etti olanları ama, sandığa gidip siyaseti dizayn eden, aktörleri oyuna alan ya da dışarı çıkaran, sokağa dökülen milyonlarca insan pek oralı olmadı.
Kutuplaşma siyasetinin toplumsal kodlara ve davranış kalıplarına verdiği en büyük zarar işte bu sanırım. Kutuplaşan taraflar için artık gerçeğin bir önemi yok. Toplum okumayı unuttu, adeta aklını kiraya verdi herkes angaje olduğu siyasi görüşünün kalıplarına.
Kimse sormuyor, sorgulamıyor acaba demiyor. “Benden ise suçsuzdur”,“benden ise vardır bir bildiği”, “yaptıysa vardır bir doğrusu”, “orda başka bir şey vardır kesin”, “herkes yapıyor-yapmayan mı var”, minvalinden cümleler artık sıradan. Karşı mahalleden ise “yapmıştır kesin”, “bunların hepsi böyle işte” gibi itham cümleleri artık normal.
Ne milli, dini değerler ve öğretiler, ne de evrensel ahlak değerlerinin bir önemi yok artık. Cam tavanlarımız yankı odalarımız bu kavramları çoktan unutturdu bize.