1171 delege vardı, 1171 oy da Özgür Özel’e gitti. Bu tabloya bakıp “ne güzel birlik içinde bir parti” diyenler olabilir. Oysa bu, demokrasinin değil, bir başka sistemin göstergesidir: önceden dizayn edilmiş bir onay töreni.
Bu durum, akıllara 1950 öncesi CHP’yi getiriyor. O yıllarda milletin değil, merkezî otoritenin sözünün geçtiği bir yapı vardı. 1946 seçimlerinde açık oy, gizli sayım uygulayan partinin, bugün sandığı sadece vitrindeki bir figür olarak kullanması tesadüf değil.
Kurultay öncesinde yaşananlara dönüp bakalım:
CHP’lilerin kendi ağzından rüşvetle, parayla delege toplandığı itiraf edildi. Bu yapının içerisinde farklı bir oy verebilme ihtimali var mıydı zaten? Yoktu. Çünkü baştan sona kurulmuş bir düzenden söz ediyoruz.
Berhan Şimşek’in yaşadıkları da bu düzenin bir yansıması. “97 imzayı topladım” dedi. Ama başvurusunu beş dakika geciktirdiği gerekçesiyle adaylığı kabul edilmedi. Beş dakika… Bir demokrasi mücadelesinin önüne beş dakikayı koyan bir zihniyetin çok sesliliğe inandığını kim iddia edebilir?
Bu kurultay; yarışın, rekabetin, tabanın sesinin değil, önceden planlanmış bir gösterinin, bir makyajlı liderliğin, bir el kaldır indir seansının kurultayıdır.
Ve bu kurultayın başındaki isim, Sayın Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan için “Darbeye kalkışan cunta başkanı Erdoğan” ifadesini kullanabiliyor.
Bu nasıl bir ironi?
Kendi partisinde en temel demokratik yarışma ihtimalini bile bastıran bir yapı, dışarıya demokrasi dersi mi veriyor?
CHP, yıllardır değiştiğini söylüyor. Peki gerçekten değişti mi?
Şöyle hafızayı tazeleyelim:
• 1960’ta “Ordu göreve!” diyen CHP’dir.
• 28 Şubat’ta brifing salonlarından çıkmayan,
• 2007’de e-muhtırayı alkışlayan da yine aynı parti.
Bugün artık vesayet askeri kıyafetle değil, sivilleşmiş kelimelerle, parlatılmış PR’larla sahneye çıkıyor. Ancak özünde aynı: Demokrasiye sandıkta değil, gölgede yön vermek isteyen o eski CHP.
CHP değişmedi. Sadece maskesini cilaladı.
Ve biz bu maskeyi yıllar önce gördük. Bugün de tanıyoruz.