Bu yaklaşım biçimi olguyu merkeze alan bir yaklaşım biçimi olarak tanımlanabilir. Ya da daha kolay anlaşılabilmesi için bütüncül, tarihi-sosyolojik bakış olarak da adlandırılabilir. Olayları içinde cereyan ettiği çevresiyle birlikte, ilişkili olduğu bütün unsurları dikkate alan ve oluş sürecini göz ardı etmeyen bir bakıştır bu.
Bu bakış aslında bizim geçmişte alıştığımız, zihin dünyamıza hakim olan bakıştır. Bir süredir içinde yoğurulduğumuz Batı medeniyetinin doğrusal, taksonomik ve indirgemeci bakış açısının etkisiyle bu alışkanlığımız zayıflamış görünmektedir. Evet, Batı düşünce dünyası ve Ortadoğu düşünce dünyaları birbirinden farklıdır. Bu farklı bakış açılarının temellerini o coğrafyalara hakim olan dillerin yapısında kolayca görmek mümkündür. Bu konuyu bir sonraki yazıda açmak istiyorum. Şimdi geçen hafta ifade ettiğim gibi, olgu merkezli bakışın dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir örnek vermek istiyorum. Bunu da çok kullanılan bir metafor üzerinden yapacağım; “Ortadoğu bataklığı”.
Ortadoğu bataklığı deyince zihninizde nasıl bir imaj uyanıyor? Neden Ortadoğu’ya “bataklık” diyoruz? Ortadoğu bataklığı dediğimize göre, başka yerlerde de bataklıklar mevcut olmalı, hangi bölgeler onlar? Nedir bölgeleri bataklık haline getiren? Halklar mı? Zihniyetleri, alışkanlıkları, inançları, toplumsal yapıları mı? Ya da başka şeyler mi? Ne düşünüyorsanız lütfen aklınızda tutun ve olgu merkezli çözümlemeyle karşılaştırın. Bakalım fark var mı?.
Olgu merkezli bakışın bir ölçüde yapısal bir bakış olduğunu baştan belirtmem gerekir. Yapısal bakış derken gözlemci olarak hiçbir değer yargımızı analizimize dahil etmeden olgunun adeta mekanik işleyiş düzenine (ya da strüktürüne) odaklandığımızı ifade etmeliyim.
Bu kısa nottan sonra, olgu merkezli analizimize geçebiliriz. Analizimiz “Ortadoğu bataklığı”nı küresel boyutta ve tarihsel süreci dikkate almakla başlıyor.
Tarihsel süreci genel hatlarıyla istediğimiz kadar gerilere giderek ele alabiliriz. Ancak bu köşe yazısı çerçevesinde yaklaşık 300 yıl geriye gidiyoruz, 1800’lerin başına. O tarihte Ortadoğu, Osmanlı İmparatorluğu bütünlüğü içinde bir bölgedir.

1800 yılında dünyadaki büyük devlet sayısı (Avrupa’yı bir bütün olarak ele alırsak) altıdır; Avrupa’da önce Fransa sonra İngiltere önderliğinde Avrupa ülkeleri; Rusya İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu, Japon İmparatorluğu, Kaçar Hanedanı’nın yönettiği İran ve Güneybatı Avrupa’yı, Kuzey Afrika ve Arabistan Yarımadasını denetimi altına alan Osmanlı Devleti. Haritada dikkat çeken husus, bugünün Orta Asya devletlerinin yer aldığı bölgenin o sırada Rus egemenliği altında olmamasıdır. Ancak, bir süre sonra bu topraklar da Rusya İmparatorluğuna katılır.
Yirminci yüzyılın başına gelindiğinde, Birinci Dünya Savaşı’na giderken, büyük devletlerin bazılarında bir hareketlilik vardır. Osmanlı İmparatorluğu ve Çin’de toprak kayıpları, bu devletleri küçültürken Amerika Birleşik Devletleri yeni bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Rusya ve Avrupa ise bütünlüklerini korumaktadır.
Savaş bittiğinde 1918 yılında Çin, Rusya ve Osmanlı Devleti parçalanmış ve arkalarında büyük bir jeopolitik boşluk bırakmışlardır. Çin ve Rusya’da iç savaş başlamıştır. Osmanlı Devleti sınırları Anadolu topraklarına kadar gerilemiştir.

Rusya’daki iç savaş ve jeopolitik boşluk fazla sürmemiştir. 1922’de Bolşevikler duruma hakim olarak ülke bütünlüğünü sağlamış, bununla da yetinmeyerek Orta Asya topraklarından bir bölümünü de dahil ederek sınırlarını genişletmiştir. Bu arada imparatorluk ortadan kalmış rejim değişmiştir. Çin’de 1911’de imparatorluğun devrilmesiyle ilan edilen Cumhuriyet çok uzun sürmemiş ve ülke uzun bir iç savaşa sürüklenmiştir. 1923 yılında, yıkılan Osmanlı Devleti’nin yerini Türkiye Cumhuriyeti alır. Osmanlı Devleti’nin bıraktığı jeopolitik boşlukta 45 ülke ortaya çıkmıştır.

İkinci Dünya Savaşının ardından, 1946’ya gelindiğinde Çin toprak bütünlüğünü hala sağlayamamış görünmektedir. Rus İmparatorluğu’nun yerini alan Sovyetler Birliği de Avrupa içlerine doğru sarkmıştır. İran uzun bir zamandan sonra küçülmüştür. ABD II. Dünya Savaşı sonrasında hegemon devlet konumuna yükselmiştir.

1950 yılı Hindistan’ın ortaya çıkışıdır. Çin toprak bütünlüğünü sağlamıştır. İran yeniden bütünlüğünü sağlamıştır.
1991 yılına gelindiğinde Rusya yeniden sarsılır. Sovyet rejiminin çökmesiyle Asya ve Avrupa’daki bazı ülkeler bağımsızlıklarını ilan ederler. Avrupa’da Litvanya, Letonya, Estonya, Polonya, Moldova, Belarus ve Ukrayna’nın bağımsızlıklarını kazanmaları Rusya’yı 19. Yüzyıl coğrafyasının gerisine götürmüştür (1800 yıllarının haritasına bakınız).

Sovyetlerin çökmesi, Avrupa’da ve Orta Asya’daki ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları bu bölgelerde jeopolitik boşlukların tekrar ortaya çıkmasına neden olmuştur.
2000’li yılların başında Avrupa Birliği’nin genişleme hamlesiyle Avrupa’da Sovyetlerin bıraktığı jeopolitik boşluk büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Avrupa ile Rusya arasındaki bölgede Belarus ve Ukrayna’nın yer aldığı, Orta Asya’da Türk Cumhuriyetlerini kapsayan ve Kafkasya’da Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı içine alan bölgede jeopolitik boşluk devam etmektedir.

Bugün itibariyle, 1800’lü yıllarda dünyada büyük devlet sayısı büyük ölçüde değişmemiştir. O dönemde de büyük devlet olan Avrupa hala büyük devlettir. Japonya ve İran toprak bütünlüklerini korumaktadırlar. Japonya ekonomik olarak büyük devletler arasındadır. Çin bir ara büyük devlet vasfını kaybetse de topraklarındaki jeopolitik boşluğu doldurmuş ve challenger olarak dünya sahnesine çıkmıştır. Rusya, önce I. Dünya Savaşıyla sonra Rusya İmparatorluğu’nun çökmesiyle, 1991 sonrasında da Sovyetlerin yıkılmasıyla meydana gelen dağılmayı toparlamayı başarmış ve hala büyük bir devlet konumunu sürdürmektedir. Ukrayna, Orta Asya ve Kafkasya’da jeopolitik boşluklar devam etmekte ve büyük güçler mücadelesine sahne olmaktadır.
Bugün, 1800’lü yıllarda büyük devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun arkasında bıraktığı jeopolitik boşluk, Balkanlar’da, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da devam etmektedir. Ortadoğu’nun Filistin, Suriye veya Irak başlığı altında ele aldığımız sorunlarının tamamı bu boşluğun asıl sahipleri dışındaki aktörler tarafından doldurulma çabasıdır. Büyük güçler mücadelesi burada devam etmektedir.
Bütüncül ve tarihsel bakış, Ortadoğu’yu bir jeopolitik boşluk olarak tanımlamaktadır, sosyolojik bakış ise bu bölgeye hakim medeniyetin büyük devletinin kaybolduğunu vurgulamaktadır.
Bugünün büyük devletlerinin hepsi birer medeniyeti temsil etmektedirler. ABD, Avrupa ve Rusya Batı medeniyetini, Çin, Çin medeniyetini, Hindistan Hint medeniyetini temsil etmektedir. Hint medeniyetinin 1800’lerde devleti yokken bugün büyük bir devlete sahiptir. Dünya tarihinin en önemli medeniyetlerinden olan İslam medeniyetinin ise Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra büyük devleti yoktur. Ortadoğu bu medeniyetin parçası olarak büyük devletinin korumasından uzaktır.
Konuya “Ortadoğu bataklığı” kavramından girmiştik. Bütüncül, tarihi sosyolojik bakış, “Ortadoğu bataklığı” kavramının aslında jeopolitik boşlukta yer almanın, büyük bir devletin bütünü içinde bulunmamanın yarattığı sorunları ifade eden bir metafor olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin karşılaştığı her sorunda bu bölgede bütünlüğü yeniden tesis edip yeniden büyük bir devlet olamamanın etkisini görmek mümkündür. Ortadoğu’da karşı karşıya kalınan bütün sorunlar bu boşluğun ortaya çıkardığı sorunlardır. Kafkasya’daki, Keşmir’deki, Orta Asya’daki sorunların kaynağı jeopolitik boşluktur. Hatta Ukrayna’daki sorun da jeopolitik boşluğun doldurulması mücadelesidir.
“Jeopolitik boşluklardaki ülkelerin kendilerine mahsus sorunları yoktur boşluktan kaynaklanan sorunları vardır” dense yeridir.