Neden onların büyük sorunlarımızı çözmek için geliştirdikleri düşünceleri yeterince dinlemiyoruz? Dinlesek birçok problemimiz ortadan kalkacak oysa.
Mesela neden “ülkemiz ekonomide, hukukta, insani değerlerde kan kaybetmeye devam ediyor” biliyor musunuz?
Bir köşe yazarımıza göre “Türkiye, uzun yıllardır demokrasi kültürünü içselleştiremediği için çağın değişim hızına bir türlü ayak uyduramıyor” da ondan. “Demokratik değerlerin bir anlam ifade etmediği bir ülkede, doğal olarak çatışmacı ve kutuplaştırıcı zihniyetin hakim hale gelmesi kaçınılmaz oluyor.
Bu yüzden de her seferinde “Galiba bu kez makus talihimizi yenip herkes gibi biz de normal bir ülke olacağız” diye umuda kapıldığımız anlarda bütün hayallerimiz tuzla buz oluyor ve ideolojik ezberlerimize geri dönüyoruz.
Nasıl bir talihsizliktir ki zengin ve dinamik bir beşeri sermayeye sahip olan bu ülke, ideolojik mahallelerin ışıksız duvarlarından dışarı çıkamayan örümcekli zihniyet yüzünden ekonomide, hukukta, insani değerlerde kan kaybetmeye devam ediyor…”
Peki neden “büyük bir ülke olamıyoruz” farkında mısınız? Çünkü;
…Türkiye’nin ciddi bir özgüven sorunu var. Bölünme, parçalanma, imanını kaybetme, Türklüğün yok edilmesiyle yıllarca korkutulmuş, okullarda böyle formatlanmış bir toplumuz. Bunların hiçbirinin yıllardır bir türlü gerçekleşmemesi bile bu korkuların yersizliğine bir delil olamıyor.
Dindarlar ülkedeki ateizm yükselirken Hristiyanların görünür olmasından, milliyetçiler 50 yıllık bir örgütün nihayet silah bırakmasından, ulusalcılar Cumhurbaşkanı’nın 86 milyona çevremizdeki 10 milyonların katılmasından bahsetmesinden tedirgin oluyor.
Bir zamanlar büyük bir ülkenin çocuklarıydık. Yeniden büyük olabilecek de bir ülkeyiz. Ama büyük Türkiye hayalleri kuranların çoğunun çok küçük bir dünyaları var. O dünyaya artık Türkiye sığmıyor. Maalesef küçük insanların da büyük bir ülkesi olamıyor.”
Gördünüz mü aslında karşı karşıya bulunduğumuz iki büyük sorunun da çok kolay çözümleri var.
Yani, “demokrasi kültürünü bir içselleştirsek”, aslında çağın değişim hızına ayak uydurabileceğiz. Bunu yapmadığımız için, ülkede çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir zihniyet mevcut. Ne zaman bir atılım yapmaya kalkışsak yeniden ideolojik ezberlerimize geri dönüyoruz. Neden? Şu “ideolojik mahallelerin ışıksız duvarlarından dışarı çıkamayan örümcekli zihniyet” yüzünden. Yapmamız gereken “düşmanlaştırmanın zihniyet temelini oluşturan Ortodoks sol ve merdiven altı İslamcılık anlayışını (aşmak)”.
Peki bu zihniyeti kim temsil ediyor, neden temsil ediyor ve toplumu nasıl etkisi altına alıyor, neden bu zihniyetten kurtulamıyoruz? Yani sorunun sosyolojik ve tarihsel kökenleri nedir? Onu bilmiyoruz. Ama sorun değil, problemlerin kaynağını bulduk.
Bölünme, imanımızı ve Türklüğümüzü kaybetme riskini bertaraf etmenin çözümü de basit. “Kendimize güveneceğiz”. Korkmazsak, biraz kendimize güvenirsek problemin çözülmesi işten bile değil. Tabi ki, geçmişin “büyük ülke”sinin neden şimdi ortada olmadığını sorgulamamıza gerek yok, yeniden büyük ülke olmamız için neyi nasıl yapmamız gerektiğini sormak ve çok çalışmak da yok. Sadece kendimize güven duysak yetiyor. Acaba “büyük ülke”deki atalarımız da kendilerine güvenlerini kaybetmişler miydi? Şimdi yazarımıza gelinceye kadar neden kimse bu çareyi akıl edememişti acaba?
Problemin sosyolojik ve tarihsel kökenlerine inmeye gerek yok mu?
Yok… Niye?
Yazarımız cevaplıyor zaten; “büyük Türkiye hayalleri kuranların çoğunun çok küçük bir dünyaları var. O dünyaya artık Türkiye sığmıyor.” Ve cevap basit; “Maalesef küçük insanların da büyük bir ülkesi olamıyor.” (Maalesef derken yazarımız ne kadar da merhametli ve sevecen. Bizim için üzülüyor. Hissediyorum bunu)
Çözüm belli, reçete hazır. Ama biz “küçük insanlar”, “büyük insanlarımızı” anlamıyoruz galiba.
İşte o yüzden, onlar da aklımıza hitap edecekleri yerde duygularımıza hitap ediyorlar.