Tarih: 06.07.2025 15:30

Kum Şurası ve 32 yıl önce Karpuzkaldıran'da yaşananlar

Facebook Twitter Linked-in

 

Kıtalarda, evlerde ve daha çok askeri yazlık kamplarda emekli olmuş veya göreve devam eden subayların aralarında konuştukları konu ağustos ayının ilk haftasında toplanacak olan Yüksek Askeri Şura toplantılarından çıkacak kararları tahmin etmek ve yorumlamak üzerine olur. 

 

Genellikle askeri kamplardaki plaj kumları üzerinde yapılan bu sohbetlerin adına “Kum Şurası” adı verilir ve burada konuşulan tahminlerin de %80 oranında gerçekleştiği söylenir.

Ben de bir sivil vatandaş olarak tam 32 yıl önce bir plajda ve kumlar üzerinde çok önemli bir kararın alındığına sessizce tanıklık etmiştim. Sizinle bu tarihi olayı ilk kez paylaşıyorum.

 

Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış ve o dönemde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevinde olan yakın arkadaşım Kemal Yamak Paşa’ya eski komutanları olarak Antalya Karpuzkaldıran Askeri Kampı’nda 15 gün süreli yer ayırmış, o da ailesi ile denizin ve güneşin imkanlarından faydalanmak için oraya gelmişti.

 

Yamak Paşa bir perşembe günü beni İstanbul’daki çalıştığım işyerinden arayarak kampa yanlarına gelmemi istedi. 

Kendisi prensip olarak “Hayır” kelimesini hiç kullanmaz ve karşı tarafın da kullanmasını istemezdi. Çünkü onun için “hayır” kelimesi daha başından bütün umutların ve beklentilerin tükendiği noktadır. Onun yerine “Peki acaba şöyle mi yapsak, böyle daha mı iyi olur?” daha doğru bir yaklaşımdır" derdi.

 

Bunu bildiğim için ben de “hayır gelemem yerine”, “akşam uçağında yer bulabilirsem gelebiliriz, ancak işim nedeniyle pazar akşam dönmem gerekir” dedim. Eşimle birlikte Antalya’daki kampa gittik. Ailece geç saatlere kadar neşe içinde sohbet ettik, hasret giderdik.

Sabah kahvaltısından sonra Yamak Paşa’yı ziyarete gelen emekli silah arkadaşları ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin sonunda denize girmek için kendisine general ve amiraller için ayrılan plajdaki alana doğru yürürken plaj kumları ve şezlonglarda oturan kamp sakinlerinden Yamak Paşa’yı tanıyanlar yanına gelerek selam vermeleri ve hatır sormaları beni duygulandırmıştı. Vefa duygusu ayrı bir asalet diye geçirdim içimden.

 

Yamak Paşa, yakın tanıdığı bir emekli paşaya “Kum Şurası yapıyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler de hep bir ağızdan “sürekli yapıyoruz komutanım” diye yanıt verdiler ve birlikte gülüştüler. İyi tatiller deyip bize ayrılan yerdeki şezlonglara yerleştik. Her şey bir düzen içinde ve tertemizdi. Plajda bulunduğumuz yerin tam karşısında bir kaya üzerine yapılmış Genelkurmay Başkanlarının kullandığı yer dikkatimi çekti. O dönem görev yapan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş Paşa orada tek başına oturuyordu. Bir müddet sonra bir Astsubay gelerek;  “Doğan Paşam Yamak Paşa’yı soğuk bir şeyler içmeye davet ediyor”  dedi.  Doğan Paşa da ayağa kalkarak el ve kol hareketleri ile davetini yeniledi. 

Yamak Paşa “davete icabet edelim” dedi. Ben; “Ben gelmeyeyim, siz iki paşanın konuşacağınız özel konula olabilir” dedim.  Yamak Paşa yalnız gitti. Ancak Astsubay tekrar bana gelerek “komutanım sizin de gelmenizi istiyor” dedi. Ben de yanlarına gittim. Doğan Güreş Paşa’yı daha önce şahsen hiç tanımıyordum. 

Kendisi 1. Ordu Komutanlığı görevini yürütürken o dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay Paşa, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Kuzey Irak konusunda görüş ayrılığına düşmüş, bu nedenle görev süresini tamamlayamadan kendi isteği ile istifa etmişti. İstifası kabul edilince, yerine 4 Aralık 1990 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na Doğan Güreş Paşa atandı. Doğan Paşa, uzun boylu,  etkili bakışlı, fit vücudu, tane tane sözcükleri yüksek tonda söyleyen Alman Bavyera subaylarını andırıyordu. 

 

Daha sonraları tanıdığım çok zarif bir eşi ve sorunlu şımarık bir yetişkin oğlu vardı. Doğan Paşa; “hoş geldin” dedi, elimi sıktı, kampa daha önce gelip gelmediğimi sordu. Ve kampı nasıl bulduğumu merak edip; “bir sivil olarak düşüncelerin bizim için önemli” dedi.

 

Ben de; Karpuzkaldıran Kampı’na ilk kez geldiğimi, çok düzenli ve mükemmel bir hizmet anlayışı gördüğümü, gaziler, emekliler ve görevdeki ordu mensuplarına büyük bir sosyal hizmet hizmet sundukları için; “şahsınız ve silahlı kuvvetlerimizi kutluyorum” dedim. Bana Bodrum kampını görüp görmediğimi sordu. Ben de “görmedim paşam” dedim. 

“O zaman sana ve ailene bana tahsis edilen konutta yer ayırtayım, orada kal, intibalarını bir İstanbul ziyaretinde konuşuruz” dedi. Kendilerine teşekkür ettim ve “müsaade ederseniz siz iki komutanın özel konuşacakları vardır, ben plaja ineyim” dedim.

 

Doğan Paşa müsaade etmedi, “sen yabancımız değilsin” diyerek kalmamı istedi. İki komutan sohbete başladılar. Ben de istemeden de olsa bu konuşmaları duyuyordum. Çünkü Doğan Paşa’nın sesi gür ve hecelere basa basa konuşuyordu. 

Bir ara “bu Füsunoğlu konusu ne olacak komutanım? dedi.  "Kuvvetler, onun Genelkurmay Başkanlığı’na atanma durummundan rahatsızlar, bilhassa eşi, kendisini şimdiden komutan yerine koymuş durumda” dedi.

 

Yamak Paşa; “Füsunoğlu Paşa’nın yerinize atanması için bir engel şu anda yok. Ancak siyasi irade ile görevden alınırsa bu onurlu bir davranış olmaz ve gelecek için yol olur. Ancak ben uzatmalara prensip olarak karşı olmakla beraber sizin bir yıl daha görevde kalmanız sağlanırsa Füsunoğlu Paşa otomatikman emekli olur” dedi, ”Bunun halledilmesi için hükümetin uzatma kararına evet demesi ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın da onaylaması gerekir." 

 

Doğan Paşa, “ben hükümet tarafını hallederim, siz sayın cumhurbaşkanının kabul etmesini sağlar mısınız?” dedi.

Yamak Paşa, “konuyu olumlu bir şekilde sunarım” diyerek cevap verdi.

 

O gün plajda konuşulanlar 30 Ağustos’ta aynen gerçekleşti. Doğan Paşa’nın görevi bir yıl uzatıldı. Füsunoğlu Paşa kadrosuzluk nedeniyle emekli oldu. Kara Kuvvetli Komutanlığı’na 1. Ordu Komutanı İsmail Hakkı Karadayı getirildi.  Üst düzeyde konuşulan “Kum Şurası” kararları resmen Yüksek Askeri Şura kararları ile uygulamaya sokuldu. 

 

Doğan Paşa’nın yanından ayrılarak Yamak Paşa’ya tahsis edilen konuta yürürken ben derin düşünceler içindeydim. Bunun farkına varan Yamak Paşa, “çok düşünceye daldın, benimle paylaş bunları” dedi. Ben de “konuşmalarımızdaki iki konuya cevap bulamadım” dedim.

Birisi;"uzun başarılardan sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na kadar yükselen ve tahminen 500 bin kişilik bir ordunun ilah gibi gördüğü komutanın bir anda görevinden beklemediği şekilde ayrılmasını anlamıyorum, burada bir sistem hatası var” dedim.

Diğeri ise;  "Füsunoğlu’nun eşi hanımefendinin yanlış tutumu çok mu önemli ki, bu kuvvetler (kara-Deniz-Hava) bu kadar üzerinde duruyor, bunu da anlayamadım” dedim.

Yamak Paşa, iki önemli konunun dikkatimi çekmesine çok memnun oldu, “Bunları çok önemli noktalar. Biz askerler için emeklilik doğal bir süreçtir, bu süreci; yaş nedeniyle, kadrosuzluk nedeniyle, kurmay subay olup olmama nedeniyle yaşayabilir” dedi. Görevden uzaklaştırılarak emekliliğin sağlanmasını ben şahsen çok sıkıntılı ve subayın onuruna vurulmuş bir darbe gibi görürüm. Bunu geçmişte, ordumuz eski Genelkurmay Başkanı Cemal Tural vakasında ve yine Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun olayında çok sarsıcı biri şekilde yaşadı. Bu nedenle kadrosuzluk nedeniyle emeklilik çok doğal bir çözümdür” dedi. 

“eşlerin yarattığı sorunlara gelince; komutan eşlerinin kendilerini komutanın yerine koymaları, en sıkıntılı ve kabul edilemez konudur. Bunu sadece bizim ordumuz değil, dünyadaki hiçbir ordu kaldıramaz “dedi. Ve bu görüşmeyi ve konuyu en az 25 yıl konuşmamak üzere kapatalım” dedi. 

Sonuç olarak ben de konuyu 32 yıl sonra geleceğin komutanı olacak genç subaylara tavsiye niteliğinde anlatıyorum ve  evlenirken eşlerini çok dikkatli seçmelerini tavsiye diyorum. 

Tabii ki anlayanlar için…

 

 

 

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —